Asya ile Avrupa kıtalarını birbirinden ayıran ve Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan Boğaz, İstanbul şehrini de ortasından ikiye ayırır, ona içinden deniz geçen bir şehir özelliği verir.
Ancak, İstanbul Boğazı, Tuna, Dinyeper ve Don gibi üç büyük akarsu ve sayısız küçük nehir ile beslenen Karadeniz’in sularının tek çıkış yoludur. Karadeniz’den alçak, Marmara Denizi’nden yüksek bir konumda yer alan İstanbul Boğazı’nın iki ucu arasındaki yükseklik farkı yarım metreye yakındır. Bu yüzden de Karadeniz’den Marmara Denizi’ne doğru sürekli bir su hareketi vardır.
Üstelik Boğazdaki tek su hareketi de bu değildir. Marmara Denizi’nin Karadeniz’den neredeyse iki kat daha tuzlu olmasından dolayı güneyden kuzeye doğru bir hareketlilik daha oluşur Boğaz’da. “Karadeniz deniz altı nehri” veya “İstanbul Boğazı’nın altındaki nehir” olarak da anılan bu dip akıntısı, tam bir nehir gibi davranır. Bu iki akıntı, Boğaziçi kıyılarında kimi zaman anaforlar, hatta girdaplar oluşturur. Şiddeti hava koşullarıyla, özellikle de rüzgârlarla bağlantılı olarak bu akıntılar deniz trafiğini çok tehlikeli bir hale sokabiliyor.
Boğazın akıntıları, hava durumunu takip eden gemicilerin iyi bildiği bir şey elbette. Ne zaman kıyıya yakın gitmeleri gerektiğini, ne zaman açıklarda seyretmenin daha iyi olacağını, Boğaziçili denizciler iyi bilir, gerekirse birbirlerini uyarır, ya da gemilerini, akıntı ve hava koşullarından etkilenmeyen doğal limanlarda demirlerler.
Bu doğal limanların başında elbette Haliç geliyor. Bizans zamanından Osmanlıya, Osmanlı’dan günümüze dek sakin bir liman olan Haliç, kötü havalarda gemilerin sığınması için bulunmaz bir yer.
Tabi güvenliğin bir de bedeli var. Altın ile ödeme yapmayan hiçbir gemi, Haliç’e giremezmiş Bizans zamanında da sonrasında da… Haliç’in özellikle Kuzey tarafında yani bugünkü Galata’ya bakan cephesindeki tersanelerde, mendirek ve limanlarda gemilerini bağlamak, fırtınalardan, akıntı ve anaforlardan korumak isteyen denizcilere “altını ver, gemini koru” denirmiş…
İşte Haliç’e altın boynuz denmesinin bir nedeni de bu imiş denizcilerin anlatımına göre.
Mit midir, şehir efsanesi mi, yoksa yakıştırma mıdır, bilinmez; ama Haliç’in Altın Boynuz diye anılmasının bir nedeni de böyle anlatılıyor. Hangi hikayenin doğru olduğunu öğrenmenin tek bir yolu var aslında. Hem de çok kolay bir yok… Siz de Kıtaların birleştiği yerde, Pera’nın kalbinde, Aspera Hotel Golden Horn’da kalın; Altın Boynuz’u, Haliç’i kendi gözlerinizle görün ve efsanelerin hangisi gerçek kendiniz karar verin.